commas,,,, until something stirs,,,,

mutlak kesinlik?

bu yazının mutlak kesinlikle ilgisi sınırlıdır. soru işareti de, mutlak kesinliksizliği imler.

yaptığım için memnun olacağım, olmadığını düşündüğüm, olsaydı ne güzel olurdu diyeceğim şeylerden biri burada yüzüme çarpıyor: istikrarlı bir şekilde, (şefkati de hiçbir şekilde unutmadan) benzer kafadaki insanlarla bir araya gelip, işimiz gücümüz neyse ona odaklanmak, ve belki aralarda paylaşımlarda bulunmak. “study group” gibi bir şeyden bahsediyorum, eğer çalışacak bir konu yoksa da ortak bir konu “alanı tutan” kişi her kimse o getiriyor, ve böylece herkes bir şekilde bir konu hakkında okumuş, yazmış, video izlemiş, podcast dinlemiş, kısaca, herhangi bir şey yapmış olarak masadan kalkıyor, artık bu buluşma ne kadar sürecekse.

tahminim o ki, bu buluşma bir pomodoro uygulamasıyla desteklenirse, konu bambaşka yerlere gidebilir. 45 dakika çalışma, 15 dakika dinlenme, bundan üç tane, gibi. akşam olmalı veya hafta sonu olmalı ki, “her şeyden artakalan zamanda istediklerimi yapıyorum” dedirtebilsin.

mutlak kesinlik ile ilgili bir metin yazmış olmam gerektiğini biliyorum, fakat bu birkaç gündür mutlak kesinlikle ilgili o kadar net deneyimler edindim ki, bunları kelimelere nasıl dökeceğimi bir iki gündür düşünmeden düşünüyorum. sanki uyuyarak, yiyerek, yürüyerek, terleyerek, hiçbir zorundalık olmadan, mutlak kesinliğin ne demek olduğunu anlamak için zorundalıksız hissetmek gerekmiş, sanki.

mutlak kesinlik.

mesela, geçtiğimiz hafta 40 küsur kişiye imza hücresi bilgisini aktarırken, işte orada mutlak kesinlik ne anladım. bazı zamanlar, acaba doğru mu yapıyorum, ya yanlış bir şey yaparsam, neden böyle hissettim, neden böyle hissetti, ve daha buna benzer bir sürü vesvese, kuruntu, artık adı her neyse, çokça kez yaşadığımı hatırlıyorum.

her hatırlıyorum yazdığımda, geçmişin aslında artık var olmadığını hatırlıyorum. yine, bunu her hatırladığımda ise, her şeyin biricik, küçücük, kocaman, dev gibi bir anda olduğunu, bittiğini, olup bittiğini ve olduğunu ve bittiğini hatırlıyorum.

inisiyasyon, çok büyük bir çağrı, çok çok büyük. inisiyatörlük ise, tanımlayamayacağım bir his. onur, güven, alçakgönüllülük, şükran, acayip bir neşe, ama acayip. ve hepsinden önemlisi, mutlak kesinlik.

bunun birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum, aslında bu cümleyi düşünüyorum diye bitirirken artık bunun bir bilme hali olduğunu da fark ediyorum, ama neyse. hepsinden önce, inisiyasyon, çok büyük bir çağrı, kabul. bu çağrıyı duymak, dinlemek, anlamak, davete icabet etmek, sorumluluk almak, sorumluluğun farkında olmak, sorumluluğun sorumluluğunu almak, vesaire. inisiye olursunuz, yeni bir bilgiye açılırsınız, dünyanız genişler, anlayışınız derinleşir, farkındalığınız yükselir, vesaire.

inisiyatörlük, hem benzer büyüklükte bir çağrıyı, hem de daha farklı bir kabulü, daha farklı büyüklükte bir kabulü deneyimlemek anlamına geldi benim için. herhangi bir meditasyon gibi duruyor, her günkü, herhangi bir meditasyon gibi. içsel olarak bir “evet” hissetmek, bunu duymak, bunu tüm hücrelerimde hissetmek ve bu hissin sürmesi, çoğu psikiyatrist için bir patoloji gibi görünecektir. olsun.

insan, tüm parçalarından daha büyük. varoluş, tüm parçalarının bir araya gelmesinden daha büyük, daha kudretli, daha gizemli, daha daha daha.

bu dahaları irdelemek için anlamaktan, ki anlamak, doğayla kurduğumuz ilişkilerden yalnızca biridir, matematiksel olarak ifade etmekten, lineer nedenselliklerden, eksik kabulünden, eksik aramaktan, inançsızlıktan, ki imandan farklıdır, ötesini, ötesine, ötesinde ve ötesinden düşünmek, duygulanmak, hareket etmek gerek.

şöyle bir örnek verebilirim belki, yaptığınız herhangi bir şeyi düşünün. iyi yaptığınız bir şey olsun. öyle ki, başkasının fikrini almaya ihtiyaç bile duymadığınız, sizin için son derece doğal, başkalarının o kadar da kolay yapamadığını görünce şaşırdığınız bir şey olsun bu. herhangi bir şey. bu hissi canlandırmaya çalışın, bu hisse tutunun. işte bu hisse benziyor, mutlak kesinlik hali.

imza hücresi şifası örneğine geri dönecek olursam, bu 40 küsur kişi ile, tam olarak bunu hissettim. orada “ben” yok. orada evrensel bir aktarım var, orada ne korku var, ne kuşku var, anlamlandırılamaz bir sevgi var.

neyse, bunu dedim işte, kendime bunu söyledim, bu mutlak kesinlik işte dedim, çok da heyecanlanmadım. bazen öyle olur, bir şeyler gelişir hayatta, sevinç ve kutlama dışında, bir şeyler abartıya kaçmaya başlar, abartı, tepkiler abartı, düşünceler abartı, zaten yüksek ama her şey daha da yükselsin hissi, işte buna bile girmeden, öyle bir emin olma hali, öyle bir zatenlik, zatenlilik.

az önce, birine imza hücresini anlatırken şöyle bir şeyler yazdım: uzaktan da çalışılabilen bir metod, ki uzaktan çalışmayı tercih ediyorum. zoom üzerinden de olur, genelde telefondan, biraz konuşup, gündemleri niyetleri görüp, telefonu kapatıp yarım saat ile bir saat arası gözler kapalı yatar pozisyonda derinleşiyorsunuz. ben bu sırada, imza hücresi şifasına kanal oluyorum. dört beden bilgisini aktaran ve dört beden ile çalışan bir metod: fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal bedenler. fiziksel bedendeki bir dengesizlik için, örneğin mide bulantısı, mideye çalışmıyoruz, bedenin verdiği bu tepkinin olası duygusal, zihinsel ve ruhsal nedenlerini de (hiçbirini anlamaya veya anlamlandırmaya çalışmadan) dengelemeye odaklanıyoruz. seans sonrası tercih edilirse seans sırasındaki izlenimleri paylaşıyoruz, gibi üstünkörü anlatabileceğim bir süreç.

birisi şifa yapmıyor. şifa zaten var, şifaya ulaşan sonsuz yol var, şifacı bu yolları kişiye göstererek kişinin “zaten” durumunu kişiye “yeniden” hatırlatıyor. şifa bu. “ben” “sana” şifa yapıyorum değil, “ben” şifaya kanal oluyorum. radyo eksen dinlemek için 96.5 açmak gibi, radyo eğer 96.6’da duruyorsa, yayın parazitli. şifaya direnç, veya şifanın farkında olmamak da, radyo 96.6’ya ayarlıyken gidip antenle oynamak, veya “bu radyo bozuk” demek gibi bir şey. halbuki 96.5, şifa.