nirvana üzerine
nirvana severim. neden nirvana sevdiğim üzerine hiç düşünmedim, sadece sevdiğimi biliyorum. montage of heck'i birkaç kez izledim, yine bugün bir montage of heck çağrısı duyduktan sonra neden nirvana sevdiğime dair birkaç katman daha farkındalık kazandığımı düşünüyorum.
benden on yaş büyük kuzenlerim vardı, onlar nirvana dinlerlerdi. onları havalı bulurdum, ama onlar havalı tipler olmadıklarını bilirlerdi, bu yüzden nirvana dinlediklerini söylerlerdi. bu acayip çekici müziğin ben 5-6 yaşlarındayken bile beni etkilediğini söylerlerdi, ben hatırlamıyorum, inanırım.
iyi, uslu, efendi çocuk olmak istemeyen bir şey vardı içimde hep. birilerinin dediğini yapmak istemeyen bir dürtü. kendimi bildim bileli bu böyle. bir yandan da, doğal olarak içime sinen ve bana mantıklı gelen kurallara uymayı önemli bulurdum. yine de, birileri bana "aferin" diyince bunu duymak istemediğimi de düşünürdüm.
tüm bunlar olurken, 8 yaşına kadar çok zayıf bir çocuktum. o kadar zayıf ki, ilkokul üniforması pantolonu kıçımdan düşermiş, bana özel pantolon dikmek zorunda kalmışlar. bu benim hayatımda bir olaydı: hem fiziksel, hem duygusal, hem zihinsel beslenmek. rahmetli anneannem, bir eğitim insanı, ben yemek yemediğim için karalar bağlardı, hala gözümün önünde birkaç enstantane var.
başka bir kuzenim, yemeyi çok seven, toplu bir çocuktu. beni onunla kıyaslamanın iyi bir fikir olacağı düşünüldü ve ben tığ gibi gittiğim yaz tatilinden topaç gibi döndüm. aynı kuzenim, sonraki yıllarda sınav hazırlıklarındaki çalışkanlığıyla, akademik başarılarıyla, uslu oluşuyla bana örnek gösterildi.
yemiyorum diye karalar bağlanırken, artık çok yediğim için karalar bağlanmaya başlandı. yemek yemesiyle bana övülen kuzenim, bu sefer verdiği kilolarla önüme sürülüyordu. ben ergenliğimde çevremdeki tipler gibi delirmedim, buna pek anlam veremediklerini de hatırlıyorum. ergenliğe kadar yeterince delirmiştim çünkü.
0-7 ye ye ye, 7-14 yeme yeme yeme gibi iki zıt döngüyle geçti. kimse bir şey beklemiyorken bile benden bir şeyler bekleniyor olabilir düşüncesiyle ne yapacağımı şaşırdığım çok oldu. bu tabii yetişkinliğime de sirayet etti. ye ye ye döneminde en çok verdiğim cevap yemeyeceğimken, yeme yeme yeme döneminde en çok verdiğim cevap yiyeceğim oldu. karışmayın bana. ikinci döngüde, kafam biraz daha erdiğinden olsa gerek, yeme'lere hak versem de zıtlaşmanın daha erdemli olacağını düşündüm. karışmayın.
içimde iki uç kutupta duran, ikisine de hak verdiğim düşüncelerle, karşımda olanın, bana doğru gelenin tam tersini yaptığım bir strateji, işte böylece oluşmuş bulundu.
ben hayattan memnun, özgüvenli bir çocuktum. liseye geçerken içime kapanmak istediğimi ve bunu bilerek yaptığımı, aslında içe kapanık hissetmediğimi hatırlıyorum. insanları yargılayan, hayatı kutuplu gören, sivri ve tehlikeli düşüncelerle düşünen bir ergenken, 14 yaşında, kendi kendime, hayvan gibi spor yapmaya ve kilo vermeye başladım.
çok başarılı ticaret insanları tanıyorum. en önemli özellikleri, kendi cehaletlerinin de, bilgeliklerinin de farkındalar, düşünceleri net ve genelde değişmiyor. yeni fikirlere açıklar ama dışarıdan gelen fikirlere açık değiller. o fikir kendilerinden çıkmışsa, buna açıklar. özellikle ticarette karar vermeye, kararlarının arkasında durmaya, edindikleri başarıya alıştıkları için, hayatı da, fikirleri de böyle bir açıdan görmeye alışıyorlar. hayata karşı kazandıkları bir savaş: kendi fikirleriyle, kendi kararlarıyla, kendi edimleriyle hem de.
15 yaş civarı, ben de kendi (kendime yarattığım) savaşımı kazandım. rende gibi karın kasları, taş gibi bir kıç, saatlerce koşuyorum. haldır huldur ağırlık kaldırıyorum. kazandım. kazandım abi. fakat hiçbir şeyden emin değilim, bir şeyler deniyorum, bilmiyorum ne yaptığımı, birileri acaba çok mu spor yapıyorsun diyor, strateji otomatik olarak devreye giriyor, hayır az bile yapıyorum. yap yap yap. karışmayın bana. acaba az mı besleniyorsun, biraz soluksun sanki, hayır gayet iyi besleniyorum. karışmayın.
annem de, babam da, bana hayatım boyunca hiç karışmadılar. karıştılarsa da, bu gerçekten geri zekalıca bir şeyler yapmayayım diyeydi. ikisi de, hayatımda tanıdığım en anlayışlı, en zeki, en vicdanlı insanlar.
21 yaşımda, canım anneannemi kaybediyorum. bana karışan kimse kalmıyor. özellikle sonraki yıllar, bana karışma ihtimali olan insanlarla bağlar kurup, bana karışmamalarını sağlamak için elimden geleni yapıyorum. arda be, yakışıyor mu sana, yakışıyor tabii, bana karışmayın abi, görüşürüz.
benim içimdeki uslu çocuk ile yaramaz çocuk kavgasında, yaramaz çocuk yensin diye elimden gelen her şeyi yaptığımı görüyorum. ayrıksı, öteki, itip kakılan, aşağılanan hissetmek istemişim. manyakça duyuluyor ama durum bu, yeter ki uslu çocuk olmayayım. yeter ki bana karışılmasın.
hayatım boyunca, önce birilerini, sonra kendimi suçladım. öyle ki, sonra oturup ben nasıl birilerini suçlarım diye kendimi daha çok suçladım. yalnız kalırsam kalayım diyerek içimdeki öfkeyi kustum, sonra, yalnız kalınca, ben bir canavarım diye ağlama krizlerine girdim.
annemin ve babamın, ben ne yaparsam yapayım benimle gurur duyduğunu idrak ettiğimde şoka girmiştim. madem öyle, ben de annemin ve babamın gurur duyacağı bir insan olacağım, diye, anca birkaç yıl önce, kendime söz verebildim. bu yönsüz, nedensiz, sonuçsuz direnci, inkarı, üzerimden attım. birkaç yıldır konuya uyandım, bugün iyice dillendi, bu fırsatı kaçırmadan tarihe notumu düşmek istedim. kısaca, ailemi çok seviyorum, tüm anılarımı onurlandırıyorum ve nirvana çok iyi grup.