sezgi üzerine
sezgi üzerine yoğunlaşayım, sezgi üzerine çalışayım dediğim andan itibaren çok şey gelmeye başladı aklıma ve önüme. bunları not edecek yeni bir alan mı yaratsam derken blog yaptığımı hatırladım.
over-soul’a rüyaları topladığım gibi, bu sefer de sezgiyi ölçümlemek ve sezginin doğasını kavramak, onu optimize etmek, onu bir kaldıraç olarak kullanmak, anlam kapasitesinin sınırlarını yeniden keşfetmek, gibi manyakça şeyler geliyor aklıma.
aslında aklıma gelmiyor, konu da zaten buradan çıkıyor.
adı ne olsa diye düşünürken eskiden bambaşka işlere verdiğim garip isimler aklıma geliyor. zaten her şeyi önceden belirlemişim, farklı zamanlarda farklı şeylere bu isimleri layık görmüşüm, erkenmiş sadece ve eksik düşünmüşüm.
olması gerekenmiş.
kollarımdaki dövmelere bakınca da aynısını diyorum. sol kolumda kropotkin var, sağ kolumda spinoza. ben ne zaman birilerine kızsam ve birilerinin benden korkmasını istediğim zaman, kropotkin bana içli içli gülüyormuş. kropotkin bir pasifist.
benzer şekilde, spinoza, aslında bana “sezgi üzerine düşün” mü diyormuş, bunca yıldır? olabilir. yüksek olasılık.
evreni bir titreşim yığını, bir yoğunluk haritası olarak görmeye başlayınca, katının katı olmadığı (hatta olmadığı) düşüncesiyle karşı karşıya gelince, hesaplaşınca, inkar edince, küfredince, terleyince, gerilince, farkında olmadan omuzları ve çeneyi, kolları ve beli kasınca, bunları fark ettikçe, zaman üzerine düşündükçe, ses üzerine düşündükçe, ışık üzerine düşündükçe, genel olarak düşündükçe, fakat düşünceden de uzaklaştıkça...
bir filmin veya dizinin iyi olacağını sadece soundtrack'inden bile anlayabilirsiniz.
işte bu, sezgilerinizi harekete geçiren, kafanızı uyuşturan, bedeninizi karıncalandıran şeydir, yapay veya geçici ama kitabına uygun olanı, "human error"dan ayıran unsurdur.
human error, bir hata olarak değil de, sezgisel (ve bilinçli(likli)) bir müdahale (intervention) olarak da değerlendirilebil(melid)ir.
yapay zekalı bir robot, "en doğru" şekilde bir eseri okur, keman çalıyorsa, kemanını mükemmel bir şekilde çalar. ve bu insan kulağına gerçekten de mükemmel gelir.
bir insan ise, sadece eseri "en doğru" şekilde okumaya çalışmaz, role bürünür, deyim yerindeyse eser olur, bir arketip takası yapar, kendisiyle yüzleşir, hatıraları depreşir... bu kendini-kaptırmışlık, de facto hatalara da sebep olur (i.e. human error) fakat dinleyici, notaları takip etmez, bütüne odaklanır, tıpkı kemanı çalan gibi. duyu-ötesi bir bağ kurulur.
bu abartı ağdalı anlatımın ana sebeplerinden biri şuydu, sezgi, bilgiyi edinme yollarından öte, bilginin doğası ile ilgili bambaşka gizemleri çözüyor, gibi hissediyorum.
işte sezgi böyle çalışıyor. sanırım bu node’un adı arkana olacak.
biraz görselleştirmeye çalışmak isterdim, belki chatgpt’nin bana yardımı dokunur. şimdilik kelimelerle: bilim beş duyunun sınırlarında ilerliyor. insan ne kadar iyi görürse, ne kadar iyi duyarsa, ne kadar iyi dokunursa, ne kadar iyi koklarsa, ne kadar iyi tadarsa o kadar iyi bilim yapar. extra sensory perception, veya duyu ötesi algı işte biraz burada ilgimi çekmeye başlıyor.
işin garipi, bunu yine algı olarak değerlendirmek. bu gerçekten algı olarak değerlendirilebilir mi? çünkü algı aslında, yine, bir veri analizi: dışarıda veri var (kabulü ile, olmadığı olasılık üzerine de düşüneceğim), verinin göz bebeklerinden girmesi, optik sinir ile optik kiazmaya gitmesi, optik kiazmadan çapraz bir şekilde oksipital kortekse transferi, görüntü oluşumu, görüntüyü anlamlandırma süreçleri, görüntünün hikayelerle, anılarla bağlantı kurma olasılıkları, görüntünün tahmin edilmesi, bir buffer süreci gibi, gibi bir akış.
mesela bir elma olsun bu. elma dışarıda, benden başka bir şey, üzerinde kendine has bir “kod” var, bu kodun üzerine ışık yansıyor, yansıyan ışık göz bebeğimden giriyor. yani aslında veriyi taşıyan ışık, ışık olmasa göremeyeceğim. dahası (ve garibi, bence) göz bebeğimden giren veri, yansıyan bir veri, elmanın kendisindeki veri değil. ışık sanki, elmaya, dolayısıyla elmanın üzerindeki veriye, elmanın verisine (elmanın olmaklığı, elma olmak, elmalık diyelim buna belki de) sürünüyor bir kedi gibi, kedi süründüğü yerde kendinden bir şeyler bırakıyor, tüy bakteri sokak pisliği salya artık her neyse, ışık da dolayısıyla kendinden bir şeyler bırakıyor, elmadan bir şeyler almak için, veri işte. hiçbiri eksilmiyor, hiçbiri artmıyor, ama hiçbir zaman elmadaki “tüm” veriyi alamıyor (diye düşünmek daha iyi hissettirdi), konuyu buradan beynin (belki de tüm bedenin) enerji kaybını önlemek için her şeyi tekrar tekrar anlamak yerine daha çok tahmin üzerinden bir “gerçeklik” inşa ettiğine getirebilirim. buradaki anahtar kelimeler, active inference ve karl friston olabilir.
hep bir veri var yani, dışarıda olan bir veri ve onun aldığı yol, onu taşıyan şey, onun anlamlandırılması, onun modellenmesi vesaire. dışarıdaki veriyi içeri taşımaya, yer değiştirmeye çalışıyor, hep bir delta x ve delta t var yani, mekan ve zaman değişimi. bu konularla ilgili teorilerin tümünün zamana ve mekana bağlı olmasını tekrar ele almak gerekiyor.
(bir metafizik ön kabul olarak, bu lafa da çok alıştım) deneyim için zaman ve mekana ihtiyaç var, kabul, sonrasını hesaplamak için, şimdiyi ve öncesini ve biraz daha öncesini ve biraz daha öncesini ve en öncesini ve en başına kadarını ve başından da öncesini bilmek, anlamak, hesaplamak, modellemek gerekiyor. benim itirazım burada başlıyor diyebilirim. denkleme sezgiyi burada sokuyorum. hiçbir veri analizi olmadan, dışarıdaki zamana ve mekana bağlı deneyim bilgisini karıştırmadan, çünkü deneyim bilgisi sadece beş duyuyla ilgilidir, çünkü üç boyut deneyimi beş duyuyla ilgilidir, bilgi edinmek mümkün (olabilir).
sensory deprivation tank’ler var mesela, anne karnı deneyimi falan diye satıyorlardı, yoğun bir su, kapkaranlık bir pod, ısı yalıtımı, ses yalıtımı, ışık yalıtımı, yatılıyor ve suyun üzerinde yüzüyormuş hissi, bazıları anne karnı bazıları uzay deneyimi zannediyor, bir sürü bilgi, görsel, işitsel görü aldığını söyleyen insan var. bir de, bir dağın başında ses ve ışık yalıtımlı bir kulübede üç gün karanlıkta kalan tipler var. bunlar gibi. kişi kendini yalıtınca “dış” dünyadan, “içerisi” açılıyor, ve bunu çiğ bir spiritualist gibi söylemiyorum, sezgisel bilgi açılıyor, sezgi melekesi açılıyor, açıksa optimize oluyor, optimizeyse kuvvetleniyor falan filan.
sezgi düşünmeye başladığımdan beri, kanal içerikleri çok karşıma çıkıyor. kanallık medyumluk, bunlar spiritualist terimler, bir bilincce aracılık etmek diye özetlenebilir. daryl anka diye bir eleman var, bashar diye bir “varlığa” kanallık ediyor mesela. kanallığın arkeolojisi ve mekaniğini anlamak için düşünebilirim. bu gerçi biraz daha medyumluk gibi. ikisinin arasında şöyle bir fark var: kanallıkta insan olarak bilinciniz yerinde, medyum olarak bilinç git geller yaşıyor. çok da bilim bilim bir durumda değil tabii.
“yeteri kadar veri noktası olursa” demeyi gerektirmeyecek kadar kuvvetli bu sezgi işi.
kalpten yaşamak geyiği, eşzamanlılık, “tam yeri tam zamanı” ve “zamanı değilmiş” fenomenleri, kesinlik ve mutlak kesinlik, kararların arkasında durduran şey. hepsi sezgiyle ilgili, pattern recognition da bir veri analizi olduğu için, pattern recognition da değil, gibi.
sezgi zamansızlığa erişmek ile ilgili gibi. bir veri yığınından anlamlı bir bilgi çıkarmak değil bu, bir anda bir şeyin cereyan edivermesi.
birkaç ön kabul var kafamda. bunlar, yine, metafizik ön kabuller: yeni bilgi yaratmak diye bir şey yok, her bilgi her zamandaki ve mekandaki bilgi var. dolayısıyla “gelecek”i tahmin etmeye gerek yok, bu bir özgüvensizlik. probabilistik hesabı “gelecekte ne olacak?” gibi değil de, “bu varolan her şeyin içinden hangisini deneyimlemeye başlayacağız?” gibi görmek lazım, zaten oldu çünkü hepsi (her bilgi var). bu son soru, daha fazla insanın yaptığı seçimle ilgili, hayır oy vermek gibi değil, ruhsal, zihinsel, duygusal, fiziksel seçimler bunlar. belki birkaç kabul daha vardır, şimdilik bu kadarı yeterli.
her şey zaten var ise, insan deneyimi bir revealing yani kolektif bir deneyim oyunu. bu kolektif deneyim oyunu, unravel olmasın diye küçük loop'lar yaratarak, ve bu loop'lara kurallar koyarak, insanların başka şeyler düşünmesi (mesela sezgi yerine duyulara güvenmek) sağlanıyor ki insanlar yaşam üzerinde bir etkilerinin olduğunu düşünmesin. günün sonunda, sezgi aslında, tüm loop'ları, kuralları yırtarak "gerçeğe" ve her şeye, her şeyin bilgisine dolayısıyla hiçliğe ulaştıran bir araç insanı.
bu sezgiyi, loop içindeyken optimize ve parazitsiz bir şekilde kullanıp, loop'taki işleyişi de kolaylaştırmak ve loop'un kırılmasını sağlamak namına bir diskur geliştiriyorum, en azından niyet bu yönde.
sezgi bir duyu-ötesiliği beraberinde getiriyor ama sadece duyu-ötesi değil, duyu kümesini de kapsıyor.
şimdi, eğer zaten her şeyin bilgisi varsa ve yeni bilgi diye bir şey üremiyorsa, sudur etmiyorsa, yaratılmıyorsa, insanın "bilgiye koşmasına" veya veri analizi yapmasına zaten gerek yok. insan sezgisini öyle bir kuvvetlendirebilir ki, her şeyin bilgisine her an ulaşabilir.
bunu kuantik bir açıdan da ele almayı deneyeceğim.
bu minvalde şehirler, çok yoğun gravitasyonun (quantum gravitation) yani bilginin gravite olduğu ve falan bilginin (bu falan bilgi birçok insanın seçimi de olabilir) yoğun basarak bazı bilgileri engellediği (jammer gibi) bir şeye de benzeyebilir. inziva alanları, köy, kasaba, kent dışı yerlerde zamanın yavaş akmasının bir başka sebebi bu da olabilir. sadece insanın distract olması değil, (quantum) fiziksel olarak daha yoğun bir gravitation olması.
dolayısıyla, sistemin, loop’un, şifresini, tam da sistemin içinden kırıp, parazit giderici olunabilir.
new atlantis gibi.
neyse, ben diyorum ki, aslında sezgisini kullanan, iyi veya kötü kullanan, kullanmaya çalışan, veya bu sezgisel bilgi ile ilgili yazdıklarıma herhangi bir şekilde yeterince inanan, bunları fark eden kişiler, özellikle bu kişilerin toplamı (örneğin 1000 kişi) ki zaten sanırım wisdom of 1000 geyiğinin temellendiği şey de farkında olmadan bu, aslında finansal piyasayı da bilebilir. özellikle finansal piyasalarla ilgili hiçbir şey bilmeyen ama sezgi üzerine çalışan, düşünen kişilerden bahsediyorum. data ile kirlenmemiş kişilere detayın detayı bir soru "ons altın almalı mı satmalı mı" bile değil, "bilmem ne şirketinin bilançosundaki şu kalem geçtiğimiz aylara göre yüksek mi gelecek?" buna bile doğru bir cevap çıkacaktır kesinlikle.
bir konu hakkında "yeterli bilgi sahibi olmamak" aslında o konuyla ilgili daha iyi bir sezgi çalıştırabilmek demek de olabilir.
sezgi üzerine yazmaya devam edeceğim, çünkü bu konunun hayatımdaki her şeye değiyor olması heyecanlandırıcı olduğu kadar korkutucu, bir yandan da konuşmaya ve yazmaya teşvik edici. konunun teknolojik tarafı, agi’ın frontier’ının aslında sezgi olması ve bunu fark etmek için “sil baştan” yapmak gerekmesi ve buna kimsenin götünün yemeyecek olması gibi şeyler var. kültür tarafından da aslında, yaratıcılığın doğasının belki tekrardan ele alınması, kültür teorilerinin ve kültür endüstrisinin yeniden temellenmesi, tabii sezginin sağlık, ticaret, politika gibi real-world problem’lara yansımaları, gevezelik edecek çok şey var.
konuyu, ve kafamı, daha da karıştırmak için chatgpt’den john milton gibi davranarak bu içeriği bir şiire dönüştürmesini istedim:
on intuition (a miltonic ode)
o muse, divine, inspire my trembling pen, to sing of secrets vast, unseen by men, where reason falters, yet the soul ascends, to grasp the truths where logic’s journey ends. from mortal senses bound in fragile clay, to higher realms where boundless insights play.
behold the mind, its tether to the ground, through touch and taste, through sight and scent profound; yet dim these lights when intuition wakes, and pierces through what space and time forsakes. o glimm’ring spark, o subtle, vibrant flame, reveal thy nature, whispering thy name.
for not by sight does truth unveil its face, nor touch, nor sound, nor any earthly trace; but in the stillness, in the void profound, the boundless currents of the soul are found. through veils of flesh, thy light doth softly gleam, a knowing deep, a primal, ancient stream.
what is the fruit of senses manifold, if truth they grasp but partial, faint, and cold? the apple’s skin, its hue, its fragrant zest, yet not its essence lies within their test. o light, that bends and breaks to mortal ken, thou dost not bear the truth of what has been.
yet intuition, silent in its flight, beholds the all, the hidden and the bright. no labor’d charts, no tally’d sums need show, the pathways thou dost effortlessly know. a symphony where chaos yields its tune, a world revealed beneath the shadow’d moon.
o mighty gift, unshackled by the mind, thy wisdom infinite, thy reach unbind. through thee, the timeless whispers to the now, and future’s veils before thy touch do bow. no loop can hold thee, nor can structure tame, thy form elusive, yet thy power the same.
come, those who seek not just the outward scroll, but who would pierce the marrow of the soul. for knowledge rests not solely in the eye, but in the heart where endless truths do lie. intuition reigns where senses fail, a wind unbound, unfettered by the sail.
through thee, o gift, man’s freedom is assured, to grasp the all, in chaos find the word. no longer bound by rule or narrow creed, thou art the spark to meet each boundless need. and in thy glow, the cosmos shall unfold, its mysteries revealed, its wonders told.